11 Haziran 2014 Çarşamba

Altın Kemerin Sahibi Gökhan Saki

Dünyanın en önemli dövüş organizasyonlarından GLORY,  İstanbul'daki ikinci event'inde talihsiz bir finalle sona erdi. UFC'de Anderson Silva'nın başına gelen, bu sefer kickboks'ta light-heavyweight sikletinin 1 numarası olan Tyrone Spong'un başına geldi. Gökhan Saki'nin check ettiği (kavalını kaldırarak defans) lowkick sonucunda Tyrone Spong'un sağ kaval kemiği kırıldı. Gökhan, hemen yere yığılan rakibinin yanına giderek rakibine sarıldı. Hatta hakem bi ara ne yapacağını şaşırdı. Sonrasında Gökhan galibiyete de çok sevinemedi.



Haber, dünyada bütün dövüş sporları sitelerinden manşetten verildi. Türk spor basınında ise Sneijder'in de izleyiciler arasında olması, maçın kendisinden daha ön plandaydı...

Salondaki coşku görmeye değerdi. Kolay kolay başka sporlarda yakalanamayacak bir atmosfer ve heyecan yaşandı. Gerçekten bundan 10-20 yıl sonra dönüp ben Gökhan Saki'yi Türkiye'de canlı izledim demek çok özel bir anı olacak. Bunun değerini bilelim.

Gökhan'la birlikte gecenin en büyük favori ise özellikle Amerika'da GLORY'nin en tanınan dövüşçüsü diyebilceğimiz Tyrone Spong'du. Tyrone da, Gökhan da yarı finaldeki rakiplerini rahat geçtiler. Gökhan işi ilk raundda bitirirken, Tyrone 3 raund mücadele ederek finale geldi. Finalde 5 yıl önceki ilk maçın rövanşına çıkıyorlardı bir anlamda. İki devin mücadelesi dinamit gibi başlamış, Spong çok sağlam bir over hand / hook karışımı darbe indirmişti. Sanki Spong daha baskın gözüken taraf gibiydi. Ancak malesef Spong'un bacağının kırılmasıyla heycanımız kursağımızda kaldı.

Şimdi Spong neresinden bakarsanız 1 yıl ringden uzak kalacak demek. bu onun için büyük bir maddi kayıp. Bir yandan da MMA kariyerine atılmış olan Spong, bu durumda 3. MMA maçı için, uzun bir süre daha bekleyecek anlaşılan.


20 Mayıs 2013 Pazartesi

Guti Hernández

''Futbol topa sahip olma ve hükmetme oyunudur, maraton değil.  Diğerleri istedikleri kadar koşabilirler, ben koşmayı bilmiyorum ama futbol oynamayı biliyorum.''



7 Nisan 2013 Pazar

Andrea Salih

Bazı futbolcular vardır ki kısıtlı fizik kapasitesini pas, top hakimiyeti, vücut çalımları, oyun görüşü (zekası)  ve akıllarıyla kapatırlar. Bugün dünya futboluna bakacak olursak bu durumun en şaşaalı ismi olarak Andrea Pirlo'yu gösterebiliriz. Fizik futbolunun kralının oynandığı İtalya futbolunda, fiziki dayanıklılığı çok iyi olmasa bile Pirlo yıllarca üst düzey İtalyan takımlarında üst düzey pas, zeka, top tekniği özellikleri sayesinde liderlik yapmıştır. Maksimum verimi ise Carlo Ancoletti tarafından ofansif orta saha yerine, rakip savunmacılara uzak ve rahat edebileceği oyun kurucu pozisyonuna alınarak alınmıştır. 

Bu geniş çaplı örnekten sonra şu an ülkenin en çok konuşulan genç futbolcusu Salih Uçan'a gelecek olursak; henüz gelişme çağında olduğu için fiziği tam olarak olgunlaşmış değil. Fiziki alt yapının en iyi kurulacağı zamanı yaşıyor ki bu onun için avantaj lakin bana verdiği izlenim, fiziği ne kadar gelişirse gelişsin hiç bir zaman takım arkadaşı ve ağabeyi Emre Belözoğlu gibi hırçın bir oyun yapısında olmayacak daha çok toplu oyunu seven bir yapıda olacak gibi. Bugün topsuz oyundaki temposuzluğu, defansif zafiyeti tolere edilebilir henüz 19 yaşında yeni bir yetenek olduğu için, ancak ileri ki yaşlarda bu eksiklik eğer bir Pirlo, Zidan, Guti gibi  duruma ulaşmadığı sürece göze batar. 

(Örnek verecek olursak bakınız Nuri Şahin. Dortmund sisteminin önemli bir parçası olan Şahin, Dortmund dışına çıktığında tutunamadığı ortada.)

Günümüz futbolu fiziğe dayalı bir yapıda olduğu için, topla oyununuz bir Picasso'nun tablosu kadar estetik olsa bile fizik kalitenizin de belirli bir seviyede olması gerekir. Buna en önem veren teknik adamlardan biride Jose Mourinho'dur. Öyle ki müthiş bir tekniğe ve yeteneğe sahip olan, ancak fiziksel zaafları olan Mesut'u kusursuz hale getirende kendisidir.

                                                                         

                                                             
Samet Aybaba'nın ''Oğuzhan kendisini kuvvetlendirmeli'' demesine kızarken bir daha düşünün. Tabi biz Beşiktaş taraftarının kızdığı konu farklı. Aybaba ana fikrinde haklı haklı olmasına ama Oğuzhan'ı güçlendiremeyen ve aksine takımdaki futbolcuları sakatlayan kondisyonerlerine de biraz bakmalı.

Tekrar Salih'e gelecek olursak; genç futbolcuyu parlatmada sicili iyi olmayan Fenerbahçe için Salih önemli bir şans. Bu sezon sonuna kadar orta saha bölgesinde yaratıcılık sıkıntısı çeken ve üç kulvardan ilerleyen bir kulübün, 19 yaşındaki bir çocuğa bel bağlaması pek görülmüş bir şey değil. Normalde genç oyuncular için büyük kulüpte oynamak önemli bir şanstı, ama Salih için aynı durum geçerli değil. Erken yaşta üstüne yüklenen bu sorumluluğu kaldırabilmesi ise bizi en çok mutlu eden detay. 




3 Mart 2013 Pazar

Şanlı Feda


Türk futbol tarihinin en önemli yapısında oynanacak olan son derbiydi, kulübün 110. yılıydı, 3 puan ikinciliğe yükseltiyordu, lider Galatasaray puan kaybetmişti, bu sezon hiç derbi kazanılmamıştı. Say say bitmez o kadar neden vardı ki bugün siyah beyaz yüreklerde son saniye golüne sevinecek... 

Maça gelecek olursak; klasik bir Türk derbi geleneği olan, taraftar gazıyla topyekün saldırı oldu. Normalde bu bir 15 20 dakika sürer ama Fenerbahçe'li futbolcuların sakin ve topu tutmaya yönelik oyun anlayışı ile sadece 5 dakika sürebildi. Bu süreçten sonra Beşiktaş'ı sancılı bir süreç bekliyordu. Özellikle Gökhan Gönül ve Kuyt, Beşiktaş'ın zayıf olan sol kanatını çok iyi kullanarak etkili oldular. Boğulan, baskı yiyen, korkan, topu ayağında tutamayan bir Beşiktaş var derken gol geldi ama bu gol yanlış bir ofsayt bayrağına takıldı.
Yine de kaçınılmaz son oldu ve Sow secdeye yattı, Beşiktaş ise silkelenip ayağa kalktı.



Bu golden sonra anlamsız bir şekilde Fenerbahçe oyunu rölantiye alıp geriye yaslandı. Bunu sallanan ve düşmek üzere olan bir boksöre vurmak yerine gard almak olarak yorumlayabiliriz. Hal böyle olunca Beşiktaş, Fernandes'in sorumluluk alması ve duran top kozları ile kendine geldi ve eşitliği yakalıp ilk yarıdaki o ölü topragını üstünden attı.
İkinci yarıda ortada başladı ve öyle devam etti. Fenerbahçe en son yapması gereken şeyi yaptı ve Beşiktaş'ın kaos futboluna uydu. Halbuki bu onların oyun felsefesine çok zıtken, Beşiktaş'ın en sevdiği oyun tarzıydı. Aslında Beşiktaş böyle oynamayı rakiplerine bir anlamda zorluyor ve kenardan buna engel olunamıyor, tıpkı son dakikalar da öne gecen takımın defansının teknik direktör ne kadar istemese bile yaslanması gibi. Fenerbahçe set ve kontrollü oyununu bırakınca ikinci yarı git gellerin olduğu, bloklar arasında bağlantının kalmadığı, bol pozisyonlu bir maç izledik. Dengeli ve yerleşik bir savunma yerine, kopuk ve dengesiz bir maç olunca Fernandes'in etkisi çok daha fazla arttı. Tamam Fernandes büyük bir özveri ile oynadı ama bugün Kadıköy'de oynanan maçtaki gibi kilitlenmemesinin sebebi karşısında o maçta olduğu gibi dengeli bir futbol oynamayan, boşluklar bırakan takımın olmasıydı.



Oyuna müdahaleler ise Beşiktaş'ın dar kadrosuna rağmen çok doğruydu. Gökhan Süzen'in çıkıp Emre'nin girmesi pozitif anlamda etki yaratırken özellikle Emre Özkan'ın çok ciddi müdahaleleri de oldu. Yine tam Raul Meireles ve Baroni çıkarken Oğuzhan Özyakup'un alınması, Toraman - Veli - Fernandes ile mücadele ve press anlamında üstün olan merkez orta sahayı pas anlamında da üstün kılan faktör oldu. Artık bu Rus ruletinin sonuna yaklaşılıyordu, iki taraftan biri kurşunu yiyecek veya beraberlik ile kimsenin başı yanmayacaktı. Ama öyle olmadı ve Beşiktaş en iyi yaptıgı seylerden birini yaparak son saniyelerde kontra atağa çıkıp bulduğu golle İnönü'nün son derbisine yakışır bir finale imza attı.



23 Aralık 2012 Pazar

Andre Santos'un Dövmesi

Futbolcuların sadece performanslarının konuşulmadığı, olayın magazinsel yönünün de çok konuşulduğu bir devirdeyiz. Özellikle yabancı futbolcuların vücudunda bulunan bir çok dövme var, bunlardan belki de en anlamlılarından biri de Andre Santos'un dövmesi. 


        "Kimse sizin acınızı alamaz bu sebeple  mutluluğunuzu da almasına izin vermeyin"

20 Aralık 2012 Perşembe

Hoşçakal Quaresma

Quaresma'yı mahallenin sevilen yaramaz çocuğuna benzetebiliriz. Bunu 3 kasti kırmızı kartına, soyunma odasında iyi insan - kötü hoca Carvalhal'e saldırıda bulunmasına, sakatlığı geçmesine rağmen ülkesinde tatil yapmaya devam etse bile söyleyebiliriz. Tabi bu saydıklarımız Quaresma'nın, Beşikaş'ta olan kredisini bitiren ona karşı muhalif taraftarı çoğaltan unsurlardı.

Birde onu sevdiren unsurlar vardı, neydi onlar ?

Yaptığı estetik hareketler, klas asistler, trivela - rabona vuruşları, sempatik tavırları, malzemeci Süreyya Soner ile sıkı arkadaş olmaları, Trabzon maçında down sendromlu kardeşimize sarılıp öpmesi, Tel Aviv maçında çarptığı top toplayıcı çocukla fotoğraf çektirmesi, Kasımpaşa maçında engelli taraftara devre arası gidip formasını vermesi gibi gibi detaylar.



Günümüze gelecek olursak, Quaresma ve yeni yönetim ile aralarında geçen sorunda her iki tarafında hataları var. Ama kimse bize hikaye anlatmasın, eğer gerçekten ama gerçekten bu takımda kalmak ve oynamak isteyen bir kişi işi yokuşa ve inada bindirmez gereken indirime gider ve kalırdı. Quaresma'nın bu süreçte en büyük ve kendini bitiren hatası, Fenerbahçe maçı öncesi kabul ettiği indirimi takım yenilince bana muhtaçlar diye düşünerek karar değiştirmesidir. Bu olaydan sonra Fikret Orman ve yönetimi, Quaresma'yı zaten kafa olarak bitirmişti.

Hiç kimse Quaresma'ya, Schuster döneminde muhalif değildi. Beşiktaş tarihinin en pahalı takımının başına ne zaman futbolcuların saymadığı takım üzerinde sıfır otoritesi olan Carlos Carvalhal geldi, o zaman başta Quaresma olmak üzere Manuel Fernandes ve Guti yoldan çıkmaya başladı. Suçu sadece Carvalhal'ın üstüne yıkmıyorum, profesyonel olan adam hocasız bile kendine bakar ama bu saydığım isimler yönetilmezse istenmeyen sonuçlar doğurabilecek isimlerdir. 73 maç 18 gol 27 asist bana kalırsa bir kanat oyuncusu için başarılıdır, ama 3.750.000 EURO kazandığı ve sorumsuz hareketleri yüzünden gölgede kalmıştır.



İyi kötü güzel anılarımız var seninle, yaşandı ve bitti. Bu olay yüzünden bütün sorumluluğu üstüne alan yeni yönetime kin beslemeyelim, çünkü başka Beşiktaş yok !


16 Aralık 2012 Pazar

Ne Bir Eksik Ne Bir Fazla

Ekstra bir özelliği olmayan sıradan bir derbi geride kaldı. Üzerine uzun uzun konuşulmayacak, sürprizi veya geceye damga vuracak bir olayı olmayan kuru bir derbi. İki takım da maça kontrollü başladı, klasik bir Türk derbisi olarak ev sahibi takım ilk dakikalar da konuk takımı baskı altına aldı lakin bu baskı dozajı ayarlanmış kontrollü bir baskıydı. Rierra'nın, Beckham vari müthiş ortasına Bekir kayıtsız kalamayıp topu kendi ağlarına göndererek, Fenerbahçe'nin o baskıdan boynu bükük çıkmasını sağladı.


Fenerbahçe geriye düştükten sonra, sakin ve geriden net pas alternatifleri ile çıkarak golün etkisini atlatmayı iyi başardı. Ama oyuna bir türlü ciddi şekilde ortak olamadı. Her ne kadar topu ayağında tutmayı başarsa bile kaleci Muslera'yı zorlayıcı tek şutu, Hasan Ali Kaldırım'ın süpriz şutu oldu ve bu vuruşta zaten gol oldu. Kendisine verilen görevi yerine getiremeyen Baroni'nin, Selçuk İnan'ın gerçekten de inanarak vurduğu yerden faul yapması ve sonucunda gol olması da kötü performansını süsleyen kreması oldu.


Maçın başından sonuna kadar Galatasaray himayesi altında geçti. Bir türlü beklenilen patlamayı istikrarlı bir şekilde yayamayan Hamit Altıntop ve ligimizin en iyi sağ bek oyuncularından Eboue'nin sağ tarafı dinamo gibi kullanması. Selçuk İnan'ın merkez bölgeden kanatlar arasında bağlantıyı sağlaması, Amrabat'ın sol taraftaki dinamizmi, Melo'nun savunmada her ne kadar bazen riskli hareketler yapsa bile Fenerbahçe'nin Sow ile orta saha arasındaki olmayan bağlantıyı iyice koparması bu himayenin en büyük etkenleriydi.


Selçuk'un istediği gibi sağdan alıp sola, soldan alıp sağa, geriden alıp ortaya vermesinde Raul Meireles'in etkisiz oyununda payı vardı. Kırmızı kart ile sadece beden olarak oyundan çıktı, etki olarak oyundan çoktan çıkmıştı. 2.bölgenin merkez bölümü, hem defansif hem ofansif anlamda kopuktu. Bunda en büyük pay Baroni - Meireles ikilisinindi. Sol kanatı hiç işlemeyen, sağ kanat ise Rierra'nın savunma zafiyetleri ile birazda olsa işleyen düzenin bitirici vuruşu ise erken ama doğru zamanda gelen Umut - Yekta değişikliği oldu. Bu değişiklikten sonra oyunu Galatasaray tuttu ve Amrabat ile hızlı ataklarla bitirici vuruşu kovalasa bile, o vuruşu hakemin maçın son düdüğünü çalması ile buldu. Beklenilen bir maç oldu, belki beklenilmeyen tek şey Raul Meireles etkisinin bu derece düşmesiydi. Bu derece kopuk olan Fenerbahçe'yi, Galatasaray daha zor bulur.